01/03/2021
Edebiyat kamuoyu son zamanlarda büyük Türk şairi Yunus Emre üzerinden yeni bir tartışma ve kamplaşmaya tanık oldu. Bu tartışma ülkemizdeki düşünce yapısı ve alışkanlıkların emarelerini görmek bakımından önemli bir veri teşkil ediyor.
Biz tamda bu veri üzerinden edebiyatçıların nasıl bir yaklaşım içinde olduklarını anlamaya ve açıklamaya çalışacağız.
Ülkemiz yazarlarının “yazarlığı” nasıl bir olgu olarak gördüklerine ilişkinde bu yaklaşımlar örnek teşkil ediyor. Ne yazık ki ülkemizde yazarlık; doğru bir ideolojik tutumla veya duruşla ilişkilendirilerek tavır alınan bir yaklaşım olarak görülüyor. Oysa yazarlık doğru bir ideolojik tutum ve duruşla ilişkilendirilecek bir hadise olmayıp kişilikten yansıyan karakter veya çizgi olarak görülmelidir.
Bu kişiliği ve karakterini yansıtan çevremizde kaç kalem görüyoruz. Herkesin kendine göre sığınacak bir limanı elbette olabilir. Kimileri bu limanı ideolojik tutumda da görebilir. Buna bir itirazımız olamaz. Sözüne ettiğiniz gerçekten bir yazarsa onun tek sığınağı kendi vicdanıdır. Vicdan ise birilerini kahraman, birilerini hain yapmaktan geçmez. O sadece içinde yaşanılan çağ ile gelecek zaman arasında derin anlamlı bir ilişki kurmaya gayret eder. Son zamanlarda yapılan tartışmaların hiç birinde böyle bir çabanın olduğunu iddia edemeyiz. Yalnızca taraftar toplama gayreti ve kalabalık oluşturma telaşı dolaşıyor ortalıkta. Sahih yazarın nasılda acı ile ürpermesi gereken bir durum bu.
Altı çizilmesi gereken ise zamanın değişkenliği üzerinden kavgaya tutuşan gruplar görüyoruz. Zamanın akıp gittiğini dikkate almadan herkes yakaladığı ‘an’ı gerçek zaman olarak haykırıyor kalabalıklara. Bunun adına da düşünmek diyoruz. Derin bir acı çentiği de buraya düşmek gerekiyor.
Asla kendimizi büyük edebiyatçı v.s. gördüğümüz yok, yanlış anlaşılmasın, bizim yaptığımız; içinde bulunduğumuzu zamanın fotoğrafını büyük bir çerçevenin içinden taraflara yansıtmak.
Yazar ve şairler üzerinden kamplar ve sığınaklar, imtiyazlar oluşturmak bizde çok ilginç bir itibar devşirmeye dönüştürülmüş durumda. Bunu normal karşılamak normal insan davranışı olarak görülemez. Bu ve benzeri vakıalar için Eric Hoffer’in “Kesin İnançlılar”ını okumak yeterince aydınlatıcı olabilir.
Takım tutar gibi şair ve edebiyatçılar da korkunç renklere ayrılmış durumdalar. Kırmızıyı neyin tayin ettiği ve kimlerin buna bağlı burnundan soluyacağı ise bir sinema sahnesinden daha çok ilgi çekiyor. Kalemlerini ve düşüncelerini iki sivri boynuza dönüştürerek kimin kime saldırdığı bu arenada çokta net gözükmüyor. "Benim şairim senin şiirini ve şairini döver", mantığı sizce de çok çocukça değil mi ne dersiniz. Artık olgunlaşmanın zamanı gelmedi mi?
21. Yüz yıl Türkçenin çağı olacakça o çocukluktan Türkçe yazanların bir an evvel çıkması sizce de gerekli değil mi? Yoksa çok mu sığ düşünüyorum ne dersiniz?