Beste Bekir
bestebekir@hotmail.com
HASRET KUYUSUNDA BİR HAYAT: CENGİZ DAĞCI
07/03/2021 Türk edebiyatının en değerli kalemlerinden biri olan Cengiz Dağcı, 9 Mart 1919'da Kırım'ın Yalta şehrinde sekiz çocuklu bir ailenin dördüncü çocuğu olarak dünyaya gelir. Annesi Fatma Hanım, babası ise bir yandan çiftçilik yapıp diğer yandan berberlikle uğraşan Emir Hüseyin Bey'dir. Çocukluğu ve ilkokul hayatı babasının da köyü olan Kızıltaş'ta geçen Dağcı, Sovyet Rusya'da Stalin tarafından uygulanan toprağın mülkiyetinin devlete ait olup köylülere kiralandığı kolektif tarım ya da diğer bir deyişle kolhozlaştırma siyasetinden dolayı hayatında büyük acı ve sıkıntılar yaşar. Bu sistemi uygulayan Rus emperyalizminin zulmüne eklenen kıtlık, yoksulluk ve doğal afetler hayatı onun için daha da çekilmez kılar. Topraklarına el konularak babasının hapse atılması rutin giden hayatlarını sekteye uğratır. Nitekim Dağcı, babasının hapisten çıkmasından sonra ortaokul eğitimini ailecek taşındıkları Akmescit'te sürdürmek zorunda kalır. Öğrencilik yıllarında hüzünlü şiirler yazmaya başlayan Dağcı'nın, akademisyen İsa Kocakaplan'ın 2010 yılında yayınlanan "Kırım'ın Ebedî Sesi Cengiz Dağcı" isimli kitabında belirttiği gibi "Edebiyat öğretmeni Akimova'nın yönlendirmesi ile 1936 yılında Gençlik Mecmuası'nda "Kış" ve "Kart-anay ve Eçkisi" isimli şiirleri yayınlanır". Bazı şiirleri ise Kırım Yazarlar Birliği'nin çıkardığı edebiyat dergisinde yer alır. Ortaokulu bitirince Pedagoji Enstitüsü'ne giren yazar, Tarih bölümünde eğitim almaya başlar. Aralık 1940'ta İkinci Dünya Savaşı'nın başlaması ile birlikte, tüm akranları gibi Cengiz Dağcı da askere çağrılır. Kırım SSCB'ye bağlı olduğu için, Rus ordusunda görev yapmak durumunda kalır. 1941 yazının sonunda Almanlara esir düşen Dağcı, esir kamplarında açlık, susuzluk, ölüm korkusu ve hastalıklar içinde çetin şartlarda yaşamaya mecbur bırakılır. Bir süre sonra da Nazilerin Ukrayna bölgesindeki esir kamplarında bulunan Türklerden oluşturdukları Türkistan Lejyonuna katılarak Kırım'ın bağımsızlığı için mücadele ettiği düşüncesiyle Almanlar safında Ruslara karşı savaşır. Ancak çok geçmeden Almanların da Ruslar gibi emperyalist amaç güttüğünü anlayan yazar, Polonya'ya geçer. Burada Polonyalı çetelerle Nazilere karşı mücadele etmeye başlar. Bu mücadele sırasında müstakbel eşi Regina Barbara Kleszko ile tanışır. Dağcı, mücadelesinde artık yalnız değildir. 18 Haziran 1945'te Regina ile kaderini birleştiren yazar, hayattaki en büyük destekçisine kavuşmuş olur. Bir süre sonra da kızları Arzu Ursula dünyaya gelir. 1946 yılında kader ortaklığı yaptığı binlerce Türkistanlı ile birlikte Türkiye'ye gelmek için başvuruda bulunan yazar, olumlu cevap alamayınca önce ailesiyle İtalya'daki kamplara, oradan İskoçya Edinburg'a ve son olarak da 1947'de Londra'ya yerleşir. Sıkıntılar burada da peşini bırakmayan yazar ailesini geçindirebilmek için çeşitli işlerde çalıştıktan sonra eşiyle beraber bir lokanta açar. 1998 yılında hayatın tüm zorluklarına beraber göğüs gerdiği biricik eşi Regina'yı toprağa veren Dağcı, acı kaybıyla büyük bir yıkım yaşar. Eşinin ardından ona olan duygularını içeren "Regina" isimli kitabını yayınlar. Kendisi de 22 Eylül 2011'de evinde vefat eder. Dağcı'nın yazarlık serüveni gençlik yıllarında Kırım'daki süreli yayınlarda hikâye yazmasıyla başlar. Savaş yıllarına ait notları ise romanlarına kaynaklık eder. Cengiz Dağcı, 1955-1956 senelerinde, ilk roman denemesi olan "Arkadaşım Maksut" isimli metni Varlık Yayınları sahibi Yaşar Nabi Bey'e gönderir. O ise bu metni biraz daha geliştirmesini önererek yazara geri gönderir. Kısa bir süre sonra Dağcı'nın ilk romanı, "Korkunç Yıllar" adıyla Varlık Yayınları tarafından yayınlanır. Cengiz Dağcı, eserlerini kendi yaşadıklarını esas alarak yazmıştır. Sovyet zulmü altında ezilen, haksızlıklara maruz kalan soydaşlarının âdeta sesi olmuştur. Eserleri, dünya tarihinin önemli bir dönemine ışık tutması açısından da değerlidir. Romanlarında savaş ortamındaki insanın çaresizliğini, kendini arayışını, vatanını yitirmenin acısını, umutlarını kaybetmesini dokunaklı bir dille anlatmıştır. Kırım Türklüğü için verdiği mücadeleyi eserlerinde net bir şekilde görmek mümkündür. Romanlarındaki olaylar, kendi yaşadıklarıyla paralellikler taşır. Öyle ki, edebiyat çevrelerinde bunların doğrudan yazarın biyografisi olduğu yönünde yanlış bir algı oluşmuştur. Diline özen gösteren ve eserlerinde olabildiğince sade bir üslûp kullanan yazar, asla öznel, dışlayıcı veya ötekileştirici bir bakış açısı tercih etmemiş, bilâkis insanlığa geniş bir perspektiften bakarak insan sevgisini eserlerinin merkezine koymuştur. Onun milliyetçiliği insancıldır. Özellikle "O Topraklar Bizimdi" ve "Onlar da İnsandı" isimli kitaplarındaki karakterlerin nahifliği, yazarın içindeki insan sevgisini ve umudu gözler önüne serer. Cengiz Dağcı'nın eserlerinin her zerresine nüfuz etmiş yurt özlemi okuyucuyu derinden etkiler. Yazarın "Yurdunu Kaybeden Adam" isimli kitabında geçen şu ifadeler insanın içini sızlatır: "Yurdunu kaybeden adam için hürriyetin bile bir mânâsı kalmadığını şimdi anlıyorum. İçinde doğduğum, gülüp oynadığım yerlerde benim dilim konuşulmuyor artık. Bir zamanlar, o topraklarda dilini konuşan insanların ne olduklarını da bilmiyorum. Son fırtına, ağacı devirdi. Bizler uçurduğu birkaç yaprak, boşlukta yolunu şaşırmış, ümitsiz ve şaşkın, meçhul bir geleceğe doğru yalpa vurup duruyoruz." |
Yorumlar |
Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın |
Yazarın diğer yazıları |
BAĞIMSIZLIK VE ÖZGÜRLÜK: KADIN KARAKTERLERİN PORTRELERİ - 04/06/2024 |
Gerek Türk edebiyatına gerekse dünya edebiyatına ait ünlü eserlerin merkezindeki kadın karakterlerden anlaşıldığı üzere, edebi eserler kadınları yalnızca romantik figürler olarak görmeyi reddeder. |
POSTKOLONYAL EDEBİYAT: KİMLİK, AİDİYET VE DİRENİŞ ANALİZİ - 23/08/2023 |
Sömürgeciliğin bıraktığı sorunları felsefi ve edebi teoriyle açıklayan edebi akıma postkolonyalizm denir. |
İNSANCIL EDEBİYAT - 18/12/2021 |
Edebiyat ideolojilerüstüdür, ideolojik ya da başka birtakım kalıplara sığdırılamayacak denli engin bir okyanustur. |
FELSEFEDEN ŞİİRE UZANAN YOL: ORUÇ ARUOBA - 11/07/2021 |
Ahmet Oruç Aruoba, 14 Temmuz 1948'de Kocaeli'nin Karamürsel ilçesinde dünyaya gelir. Türk Silahlı Kuvvetleri mensubu Fahri Aruoba ile şair, gazeteci Muazzez Kaptanoğlu'nun üç çocuğundan biridir. |
DİRİM - 02/06/2021 |
Hayalin Işıltılar İklimi'nden "Dirim" isimli şiiri... |
KADININ ŞİİRSEL SESİ: GABRIELA MISTRAL - 12/05/2021 |
"Öpücükler" şiiri, en popüler şiirlerinden biri olmasının yanı sıra, Gabriela Mistral'ın ruhunun şiirselliğini de gözler önüne sermektedir. |
"SEVME SANATI" ÜZERİNE BİR DEĞERLENDİRME - 26/04/2021 |
Erich Fromm'un 1956'da yayınlanan "Sevme Sanatı" adlı kitabı, bir kitaptan daha fazlasıdır. Birkaç nesil için ilham kaynağı olan bu yapıt, hâlen güncelliğini korumaktadır. |
BÜYÜLÜ GERÇEKÇİLİĞİN ÖDÜLLÜ YAZARI - 11/04/2021 |
Halk arasında Gabo veya Gabito olarak bilinen Gabriel Garcia Marquez, Latin Amerika'nın en önemli edebiyatçılarından biridir ve büyülü gerçekçiliğin bir temsilcisi olarak anılan Kolombiyalı bir yazar, gazeteci, şair, editör ve senaristtir. |
MODERNİZME BİR BAŞKALDIRI: ULTRAİZM - 27/03/2021 |
Edebi ultraizm, I. Dünya Savaşı'nın sonunda ortaya çıkan bir İspanya ve Latin Amerika kökenli harekettir. Ultraist hareketin temel amacı, modernizme ve 98 Kuşağı'na karşı cephe oluşturmaktır. |
Devamı |