On üçüncü Gün Şiir Kitabı üzerine söyleşi SELİM TUNÇBİLEK İLE “ON ÜÇÜNCÜ GÜN “ ÜZERİNE Berceste: Selim Bey uzun zaman şiir, roman, hikâye çalışmalarınız oldu. Bir kısım çalışmalarınızı çeşitli dergilerde yayınladınız. On Üçüncü Gün ise ilk kitap çalışmanız oldu. İlk sorumuz şu olsun: Niçin ve kim için yazarsınız? Selim TUNÇBİLEK: Uzun zamandır şiir, hikâye, roman çalışmaları yaptığım tartışılabilir ama uzun zamandır ciddi bir okur olduğum konusu tartışılır mı bilmiyorum? Uzun zamandır okurum. Uzun zaman kavramını da açmak gerekir diye düşünüyorum. Kimileri için uzun görülen zaman, kimileri için çok kısa gözükebilir. Zamanı ne ile hangi değer ölçülerine göre tanımladığınızın da önemli olduğunu görmek gerekiyor. Kirazın olgunlaşması için gerekli olan zaman ile başka bir meyvenin olgunluğu için gerekli zaman uzunluk kavramı içinde nasıl değerlendirilebilir bilmiyorum. Bizim edebiyat dergilerinde boy göstermeye başladığımız seksenli yılların başları olduğu dikkate alınırsa uzunca bir zaman olduğu takvimsel açısından doğru kabul edilebilir. Lakin Selim Tunçbilek’in kendi zaman tanımlamaları açısından uzun zaman kavramı içerisinde görülemez. Kaldı ki zamanın uzunluğu ve kısalığı konusunda bir çalışmamızda birkaç sayfaya veya bir başka bakış açısına göre de eserin tamamına bu tartışmayı yaymış biri için bu mesele üzerine konuşmak hiçbir demde yeterince tatmin edici olamaz. Belki bir ağacın olgunlaşmış meyveleri kadar lezzetli bir meyve tatmamış olmaya bağlayabiliriz bunu. Şöyle de söyleyebiliriz sizin nasıl bir lezzet bırakmak istediğiniz de önemlidir kimi anlar. Daha farklı olarak okur sizden nasıl bir lezzet bekliyor da tümden önemsiz sayılmaz ama. Sorunuzun son kısmında yer alan niçin ve kim için ifadelerini yazma eylemi ile ilişkilendirince benim açımdan komik şeyler çıkabilir ortaya. Hele buna bir de dergilerde yayınladınız ifadesi eklenmişse… Bütün bunlar doğru, yazdım ve yayınladım. Yazılanlar ve yayınlananlar açısından baktığım vakit yayınlananların benim dağınıklığımdan kurtarılmışlar olarak gördüğümü belirtmek isterim. Bu durum aynı zamanda niçin ve kim için yazdığımı da açıklayıcı olacağından üzerinde durmak isterim. Düşündüklerimin insani duyuş ve hissediş açısından belki farklı, belki kayda değer, belki de unutmamak adına yazmak veya not almak gereği hissettiğim anlar yazma anlarımdır. Bu anlar çok tuhaf görülebilir ama mümkün olan ilk yazılabilir meta olarak elimde ne varsa ona yazılmış veya not edilmiştir. Neyin üzerine yazıldığının benim için önemi yoktur. Bir zamanlar da kil tabletlere yazmıyor muyduk? Diğer bir zamanlarda da seksenli yılların zindanlarında hatıra defterlerine yazmıyor muyduk? Ben bu hali her durumda her ne şart içinde olursak olalım tabii olmak olarak görüyorum. Yapaylık çiğlik ve hamlık ile birlikte belki güzel olabilir mi buna kafa yormadım hiç. Edebiyat çevresi[1] bu zindanlarda benim atağa kalkarak kışkırtmam ile Erdoğan Tanrıöver, Alaattin Aldemir, Erbil Aksoylu, Köksal Akçalı kardeşlerimizin omuz vermeleri sonucu olmadı mı? On Üçüncü Gün de öyle yazıldı. Hiç kimse için. Belki de kendim için. Kendimin başka insanlara zulmetmesine engel olmak için. Benim hiçbir yazım ve düşüncem başkaları için doğru anlamlar içermeyebilir. Zira onlar için yazılmış olarak görülemez. Eleştirilerim de böyledir. Daha çok kendim gibi gördüklerim eleştirilir. Kendim gibi görmediklerimi önemsemek benim gibi insanların yapabilecekleri bir davranış değildir. O durumun sözlüklerdeki anlamı da farklıdır. Ya da yalakalık çocukken çevremizde hiç görmediğimiz bir davranıştı. Yani kusur bizde aranmamalı… Yetenek de öyle. Kaldı ki yetenek olarak görülebilecek çok kıt şeyler var bizlerde. Zira elli yılda elli sayfaya yaklaşamamış bir kitap. Çok komik olmasa da tebessümü hak etmiyor değil. Ne diyelim umarım o tebessüm esirgenmez Berceste: Yazdıklarınızı okuyucuyla paylaşmakta geç kalmıyor musunuz? Selim TUNÇBİLEK: Hangi okurdan bahsettiğinizi anlamamakla birlikte kendi okurlarımın hiç birini henüz tanımamış olmaktan üzüntü duymuyorum. Yunus bizim nesli tanımamasından ne denli bir üzüntü duymuşsa aynı üzüntünün kaynağının içimde küçük bir burukluk oluşturduğu da doğru kabul edilemez. Geç ve erken kavramına bu soruda da yukarıdaki gibi zaman açısından dönmek istemem. Günlüklerimden bir cümle hatırladım. Her yazar doğru bir okur peşindedir. Ben de doğru okurun bu gün şimdi hemen yanı başımızda beklemiyor olmamasından üzüntü duymuyorum. Buna üzülen varsa yazma işini bırakmasını ukalalık yaparak tavsiye edebilirim. Yazma eyleminin günümüz anlaşılabilir Türkçesi ile ifade edecek olursak taymink (zamanlama) işi olmadığını biliyorum. Zamanında yazmamış olabilirim ama zamana yazdığımı inkâr edemem. Zaman yazdıklarımı umarım inkâr etmez ve geç bulmaz. Her an taze kalmak mümkün mü On Üçüncü Gün’ü okuyunca ona okur karar verebilir. Bir de zamanı uzatarak söylersek taaaa kendisi. Hem öznel hem de nesnel olarak ta. Bir de tabii olan bir durum var; nitelik durumu. Nitelikli okurun On Üçüncü Gün ile bağının olamayacağını söylemek veya iddia etmek çok fazla yapaylığa zorlamak olur. Nitelikli okurun zorlamalardan uzak durduğu bilinen bir tavır. Ben zorlamaları sevmediğimden hiçbir şeyi geç kavramı içinde göremiyorum. Bu çağ için erken bile sayabiliriz. Zira zulmün ve çirkinliklerin pirim yaptığı bir devirde siz kalkıp zulmetmeyin diyeceksiniz. Geç mi? Geçelim. Berceste: Bu kitabın yayınlanma zamanı ile gündem arasında bir ilişki kurabilir miyiz? Selim TUNÇBİLEK: Zamana yazmak kavramı içinde her ne kadar bu zamanı da kavrasa da güncel ile bunu ilişkilendirmek ne denli doğru bir yaklaşım olur bilmiyorum. Sizin zaman kavramı içerisine neleri doldurduğunuzun önemi var benim için? Mesela son şiir 1982 de yazılmıştır. Bir yerde yayınlandı mı hatırlamıyorum. Fakat Beşir Ayvazoğlu’nun da katıldığı bir şiir şöleninde okuduğumu iyi hatırlıyorum. Hatta kitapta yer aldığı şekli ile ithafıyla birlikte. Şimdi bu durumu o günden zamana yazılmış olarak görmek güncellikse tarihi oluşu göz ardı etmek olur. Otuz yıl sonra ülkemde yaşananlar benim otuz yıl önce düşündüklerime denk düşüyorsa kusurlu olduğum söylenebilir mi? Benim yazılarımı ciddi okurun paparazzi programları gibi okuyamayacağını bilmesini isterim. Berceste: On Üçüncü Gün’de vermek istediğiniz mesaj nedir? Selim TUNÇBİLEK: On Üçüncü Gün aslında mesaj vermek için yazılmış bir kitap değildir. Lakin insanlığın içinde bulunduğu durum onun bir mesaj gibi algılanmasına yol açmaktadır. Elbette bir mesaj vermek de istemiştik; ama mesaj verme konusunda başarılı olamadık. Kitabın kapağındaki resimde zulme uğrayanla, zulüm gören ve zulme sırtını dönenlerin aynı kişiler olmasını istemiştik. Mevcut teknolojik imkânları ifade ettiğimiz gibi mesaja uygun kullanabilecek birini bulmadık. Dolayısıyla kitap bu kapakla mesajımızı veremeden çıkmak zorunda kaldı. Söz yaşanmamışsa söylenmemiştir dizesini kaynak olarak alırsak yaşadığımız döneme şahitlik edelim istedik. Bu döneme şahitliğimizin ne denli sahih bir şahitlik olduğu konusunda kararı zaman verecektir. Ülkemin alın yazısı benim alın yazıma benzer dizeleri ile de bireysellikten evrensel duruma doğru zulmün boyutlarına dikkat çekmek istemiş olduk. Bunlar bir mesaj olmayıp tamı tamına bir durum tespitidir aslında. Çıkan fotoğrafın hoşa gitmiyor olmasının bizim mesaj vermek isteyip istemememizle bir ilişkisi yok sanırım. Berceste: On Üçüncü Gün’de çok sayıda zulüm görmüş insandan bahsediliyor. Bunlar içinde ismini zikretmek istemediğim bir şahıs da var. Bunu daha önceki bir sohbetimizde de dile getirmiştik, biz hiçbir canlının katlini caiz görmeyiz ama o şahsın katledilmesini niçin bir zulüm görüyorsunuz da mesela asala örgütünün şehit ettiklerinden bahsetmiyorsunuz? İnsan ister istemez böyle bir şey getiriyor aklına. Selim TUNÇBİLEK: On Üçüncü Gün ister istemez tam da böyle düşünülmesine set olmak isterdi. Demek ki bunu beceremiyor. İsmini anmak istemediğiniz kişi Hırant Dink. Ben sizin aksinize tam da sizin değindiğiniz çerçevede katledildiğini düşündüğüm için ölümüne kitapta gönderi yaptım. Ben bahsettiğiniz örgütün Hırant Dink cinayetiyle son eylemini yaptığı görüşünde de değilim. Bu tür caniliklerde tetiği kimin çektiğinin önemi yoktur. Lakin dünya ermeni cemaati bilmektedir ki Diasporanın önündeki en büyük engel Hırant Dink’ti ve onlar şimdilik bu engeli kaldırdığını düşünmektedir. Bu durum bile Etyen Mahcupyan’ın Karabağ’da soykırım yapılmıştır sözüne engel olamamıştır. Demek ki vicdanları kurşunla susturmak mümkün değildir. Türk toplumunun bireylerinin evrensel çirkinliklere figüran olması bizi vicdani olarak rahatsız eder. Vicdanımızı susturmak isteyenler her dönemde olacaktır. Anlamlı olan bizim vicdanımızın sesine kulak verip vermediğimizdir. On Üçüncü Gün Selim Tunçbilek’in vicdanının sesidir. Kaldı ki yeryüzünde zulmün devam etmesinin tek bir mantığı var o da: Bizim zalimlerimiz affedilmeyi hak ediyor mantığıdır. Dünyada zulmün durdurulması için insanlık hiçbir zalimi affetmemeyi öğrenmelidir. On Üçüncü Gün kitap olarak kimseyi memnun etmek arzusu ile yazılmamıştır. Fakat kimlerin rahatsızlık duyacağı belirgindir. Çağımızın Firavunlarının kitaptan rahatsızlık duymaları mümkündür. Kitap zaten firavunları önemsiz olarak görmüyor. Bilakis onların hayatımızda ne denli önemli yer işgal ettiklerine vurgu yapıyor. En sıradan iş olarak halka reva görülen noter soygunculuğu zulmünü zikredebiliriz. On üçüncü Gün asla kutsanacak bir kitap değildir. Onu kutsamak isteyenler olduğu gibi lanetlemek isteyenlerde olacaktır. Sevinç Çokum’un bana yazdığı bir notta ifade ettiği gibi bize düşen aydınlığa doğru yürümektir. Kutsal metinlerle ilişkilendirilerek önemsenmesi gereken değerler kitapta var mıdır? Belki alın teri ve gözyaşı denilebilir. Kutsal metinlerin hava, toprak, su ve ateş göndermelerine ilave edilen alın teri ve gözyaşı doğru anlaşılır ümidimi muhafaza etmek istiyorum. On Üçüncü Gün tek boyutta okuma için ideal bir kitap değil lakin bu noktanın es geçilmesine gönlüm razı olmaz. Gerisi çok da önemli değil. Alın teri ve gözyaşına duyarsızlıkların dünyada zulmü artırdığını kim inkâr edebilir. Dünya merhamet ve kanaat duygularının kanatları altında zulmü durdurabilir. Bu konuda çok da ümit var değilim; ama bana düşen zalim olmamaktır. Ağaca, kuşa, böceğe hiçbir şeye karşı. Ben ancak elimden geleni yapabilirim. Elimden gelen On Üçüncü Gün gibi bir kitap ancak. Başkasını benden kimse beklemesin. Berceste: Kitapta esas olarak uzun bir şiir var. Bir bakıma manzum hikâye kabul edebilir miyiz bunu? Bu konu ile ilgili neler söylersiniz? Selim TUNÇBİLEK: Yaşanmışlıktan yola çıkıldığı tarafımızca söylenmiş olmasını da dikkate alırsak manzum hikâye kabul etmemek için bir sebep yok gibidir. Sayılabilir. Bunun doğruluğunu kabul etsek bile şiirselliği konusunda şüphe doğurmayacak bir manzum hikâyedir diyebiliriz. Mesnevi okumaları ve Cahit Koytak okumalarının üst üste geldiği ve benim içimde kopan fırtınanın bu okuma dönemlerinde ses verir hale gelmesinin bunda payı vardır denilebilir. Manzum hikâye değildir demek için de daha haklı gerekçelerimizin olduğu okurlar tarafından haklı bulunacaktır. Zira manzum hikâyeler genelde didaktik şiirlerdir. On Üçüncü Gün bu çerçevede bilgi veren bir şiir değildir. Ne Yusuf Has Hacip’in Kutadgu Bilig’i gibi ne de Nabi’nin Hayriye’si gibi bilgiler içerir. Ne de Mehmet Akif gibi altımızda Süleymaniye Kürsüsü var. Didaktik olmayan bir şiirin manzum hikâye olarak değerlendirilmesi noktası edebiyatımızda çok tartışılmış bir konu değil. Böyle bir tartışmanın da tarafı olmak istemem. On Üçüncü Gün kitap olarak ve şiirin bütün ses ve mimarisi ile ortadadır. On Üçüncü Gün şiirden yana ve mazlumdan yanadır denilebilir. Bunun dışındaki bütün tarafgirlikleri tartışmaya açıktır. Takdir okurundur. Berceste: Sizce şiir, bir roman, bir hikâye gibi kurgu işi midir, duygu işi midir? Bu açıdan kitabınızı değerlendirir misiniz? Selim TUNÇBİLEK: İkisi birden olmaz mı hiç demeyeceğim. Duygu olmadan şiir varsa yeterince şiirsel değildir. Duygu derken yaşanmışlık tadı vermez o şiir. Eğer ortada bir kaza varsa şairin sesi orda cankurtaranın sirenleri gibi olmalıdır. Duygu budur. Yani duyarlı olmak. Duyarlılık ancak yaşanmışlıkla mümkündür. On Üçüncü Gün yaşanmışlardan yola çıkan bir eserdir. Kelimeler yalnızca kuru telaffuzları ile yer almazlar bütün psikolojileri ile haleti ruhiyelerini verirler kitaba. On İki Eylül zulmünün anlatıldığı bölümlerde sorgu odalarının, tecritlerin gerilimi şiirsel olarak kelimelerin psikolojik geri planı ile vardır. Bu durumu kurgu olarak nasıl görebiliriz bunu ancak yaşanmışlıkla izah etmek mümkündür. Buna rağmen mesela aynı konu çerçevesinde yazılmış Tecrit şiirim yoktur kitapta. Tecrit şiirinin yer almayışını bir dostum eksiklik olarak gördü ve bu düşüncesini bana nakletti. Belki kendince haklı ama On Üçüncü Gün masumiyeti önemseyen bir şiir kitabı. Kitabın masumiyetini tecritle yok etmeye kıyamadım diyebilirim. Bu çerçeveden bakınca kurgu gibi gözüküyorsa o kusur da bana ait. Şiir birçok birlikteliğin birlikte oluşturduğu bir varlıktır. Buna kurgu da dâhildir. Kurgu eserinizin omurgasını oluşturur. İyi bir omurga oluşturmak da sanıldığı kadar kolay bir iş değildir. Roman ve hikâyedeki kurgu yaşamışlık hissini veremiyorsa roman ve hikâye olamaz. Şiirde durum ise daha iğreti gözükür. On Üçüncü Gün her türlü iğretiden kendini umarım korumasını bilmiştir. Berceste: Şiirde hedefiniz nedir? Selim TUNÇBİLEK: Şiirde hedefim ne olabilir? Bu soruyu şiir yazmaya başladığım ilk günden bu güne kadar milyon kez kendime sormuşluğum var. Cevabını bulduğumda ilk önce siz değerli okuryazar dostlarımla paylaşacağımdan şüphe duymayın. Her dizem aslında bu sorunun cevabına erişmek için oluşturulmuş merdivenin basamakları gibi gözüküyor bana. Her mısraımda bu cevaba yaklaşma hissini duyduğumdan şiir yazıyor olsam gerek. Şimdi bu merdivenlerin önemli basamaklarından birini On Üçüncü Gün oluşturuyor. Bu kitapla birlikte bir yola çıktık. Bulunduğum basamaktan bakınca geldiğim yerdeki durumu ve manzarayı biliyorum. Lakin merdivenin basamaklarının beni nereye götüreceğinden ve nasıl bir manzara önüme koyacağından bir bilgi sahibi değilim. Onu ancak basamakların tamamlanması ile göreceğiz. Belki iş rüzgârın sesinden bir name avcılığı… Bunu becerebilecek gücüm var mı yok mu inanın onu da bilmiyorum. Bildiğim tek şey cahil cesareti ile yol almak. Her dizede cehaletimin azaldığını hissediyorum. Şimdilik cehaletimizi yanımızda götürmeye ihtiyacımız var. Onu terk etmenin vakti gelince o da kendiliğinden olacaktır. Fakat hedeflerimden birinin ondan kurtulmak olduğunu inkâr edemem. Sonrası beni daha da mutlu mu kılar inanın onu da bilmiyorum. Her şey yaşanarak tecrübe edilen kadar değerlidir. Biz de yaşayıp tecrübe edeceğiz. Şiirin yönü nereye ise hedef şimdilik orası. Benim şiirden başka kılavuzumun olmadığını bilmesi gerekli okurlarımın. Hedefe şiirin öncülüğünde birlikte yol almak belki de benim için hayatın tek kedersiz yanı. Bu mutlu tablodan asla kendimi alıkoymak niyetinde de değilim. Berceste: Biraz da gelecekle ilgili hedefleriniz ve ŞiirVakti yayınlarından bahseder misiniz? Selim TUNÇBİLEK: Bireysel hedeflerimden sanırım yukarıda bahsettim. ŞiirVakti yayınlarına gelince henüz o da bizim gibi yolun başında. Yaşlanmasını diliyoruz. ŞiirVakti yayınları geleceğe yönelik ciddi kaygılar taşıyan bir genç kurum. Ümidimiz onun Erciyes’in zirvelerinden damıtılmış berrak sular gibi kültürümüze ve insanlık birikimlerine bir şeyler eklemesi. ŞiirVakti Yayınları kendi alın terimizle var ettiğimiz varlıkların inançlarımız doğrultusunda sarf etme düşüncesinden doğdu. Çabayı takdir projemizin bir parçası. Yapıcı ödüller düşünebiliriz. Her gayreti titiz bir çalışmayla değerlendireceğimizden kimse şüphe etmesin. Zaman umarım ki bizi doğru çabaların içine sürükler. Zira niyetimiz halis. Bölgeyi öncelikle kucaklamak isteriz. Bu çerçevede Vedat Ali Tok Bey’in bir eserini basacağız. Bizim yine biri şiir ve ikisi roman olmak üzere üç kitabımız ŞiirVakti yayınları arasında çıkacak. Gelen pek çok çalışma var. ŞiirVakti bu konuda seçici davranmaktadır eser gönderenlerin bu noktayı göz önüne almasında fayda var. Yapılanmamız henüz tamamlanmış değil. ŞiirVakti Dergisi sizin de yakın tanıklığınızla yol almasına rağmen peş peşe yaşadığımız iki elim ölüm yıkımından yara alarak gecikti. Bundan ötürü yazarlarımızdan ve takipçilerinden özür diliyorum. Berceste: Size yakınlarınızın vefatı dolayısıyla tekrar başsağlığı diliyor, ilk kitabınızla ilgili ilk değerlendirmelerinizi de bizimle paylaştığınız için teşekkür ederiz. Selim TUNÇBİLEK: Konuşmaya değer bulmanızdan ötürü asıl ben teşekkür ederim.
[1] Şairin Konya Dutlukır 'da arkadaşlarıyla birlikte çıkardığı el yazması bir dergi. |
537 kez okundu
YorumlarHenüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın |