• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası

Edebiyat Gazetesi

Kültür Sanat Edebiyat Haber Gazetesi

Öykü Penceresi
epazardanal.com
HAN DUVARLARI ÜZERİNE FARKLI BİR OKUMA

HAN DUVARLARI ÜZERİNE FARKLI BİR OKUMA

Selim TUNÇBİLEK

 

 


Sanat eserini değerlendirebilmek için insan zihninin ön yargılardan arınmış olması gerekir. Bu arınma sağlanmadığı sürece değerlendirme yapan, birey, eleştirmen kim olursa olsun eser üzerine odaklanmak yerine zihninde varlığını sürdüren önyargıların eserdeki izini sürmekten kendini kurtaramaz.

Edebiyat metinlerini ele alan inceleme ve eleştirilerde asıl beklenti, eserde yer alan motiflerin “nasıl” işlendiklerini belirlenmesi ve o motiflerden yola çıkarak eserin yorumlanmasıdır.  Eserde yer alan motiflerin ise özde bireysel yaşanmışlıkla birlikte, esasta; kültürel temeline inilerek dilin işaret ettiği anlam ve bağlam derinliklerine ulaşılabilmesidir. Eleştiri metinleri ise eleştiri ve incelemeye konu asıl metnin bu derinlikte kavranmasına katkı sunmalıdır. Şayet eserler üzerine eğilen metinler bundan yoksunsa o eseri ele alan yazıya ve düşünceye şüphe ile yaklaşmak gerekir. Bu bizim bu yazımız için de geçerlidir. Metne böyle yaklaşmak zihni dinç ve tetikte tutarak eleştirmenin düştüğü tuzaklara düşmekten de okuru korur. Yaşanmışlık hissi oluşturan eserler ise yazıldıkları dönemin ruhunu da içinde taşırlar. Onu bulup çıkarmak yine eleştirmene düşer.

Nietzsche, “Kabuk değiştirmeyen yılan ölür. Aynı şekilde düşüncelerini değiştirmesine engel olunan kafalar da öyle. Demektedir. Bu sözün gerçeklikle ilgisi göz ardı edilemez.

Kaldı ki anlamın ne denli değişken olduğu görüşünü ileri süren ünlü yapısökümcü teorisyen Derrida’nın  tezlerine göre;  “Dil, anlam tutarsızlığı ve kaymalarının silinemez izlerini taşır.” Ve “Böyle bir çelişki karşısında hiçbir analiz yöntemi metnin yorumu açısından herhangi bir otorite iddiasında bulunamaz.” cümleleriyle bizi de cesaretlendirmektedir. Metin okumalarında farklı yöntemlerin olduğu ilgilisinin malumudur. Şöyle ki; Gürsel Aytaç’ın “Edebiyat bilimini kültür bilimi içinde saymak, estetik dilsel gösterge süreçlerini tarihsel kültürel farklılık alanları içinde görmeyi gerektirir.”[1] Görüşü de bu çizgide düşüncemizi destekler mahiyettedir.

Mehmet Kaplan elbette ki edebiyat dünyamız için önemli bir kimlik ve kişiliktir. Onun bu kişiliği göz önünde bulundurularak Faruk Nafiz Çamlıbel’in  “Han Duvarları” şiirini bizde kendi birikimlerimize göre okumak istedik. Mehmet Kaplan gibi ilmi ciddiyeti son derece kabul görmüş bir şahsiyetin aynı eseri ele almış olmasından ötürü çekinmeden konuya yaklaşmanın zorluğunu da biliyoruz. Fakat derdimiz Mehmet Kaplan hocayı eleştirmek değil. “Han Duvarları”nın anlaşılması için daha önceki okumalardan farklı bir okuma çerçevesi oluşturmak niyetindeyiz. Burada ileri süreceğimiz görüşler aslında Mehmet Kaplan Hocanın düşüncelerine ilave olarak ta okunabilir. Bizce öyle okunmalıdır. Okur bizim ileri sürdüğümüz kavram ve algıyı kabul eder veya reddeder. Bu okurun kendi süzgecinden geçirerek yapacağı bir iş. Burada asıl olan “Han Duvarları” şiirinin, bizde olduğu gibi her okurda, ayrı ayrı oluşturduğu duygu ve anlam bütünlüğüdür ve okurun kendince yüklediği anlamdır. Biz sadece her okur gibi şiirin içinde yer alan kelime ve onların ürettiği motiflerden yola çıkarak yorum ve düşünceler ileri sürebiliriz.

Cumhuriyet Devri Türk Şiiri” adlı kitabında Mehmet Kaplan hocanın bu şiiri yanlış yorumladığı veya okuduğu iddiasında değiliz. Kitabın konu bütünlüğü çerçevesinde yazıldığı, birbirini takip eden şiirlerinde buna göre seçildiği, dolayısıyla Hocanın en başta şiirleri seçerken bu paralelde konuları ele alacağı, bütünlük arz eden kitabın ilk yazılardan ve açıklama metinlerinden anlaşılıyor. İstanbul ve Ankara merkezli bir bakış açısını eserine dayanak yaptığı görülüyor. “Taşra” olarak gördüğü ise İstanbul yani Osmanlı hayat nizamından Anadolu’ya bakışı yansıtıyor. “Cumhuriyet’ten önceki Türk Edebiyatında Anadolu, ancak batıdan gelen realizm cereyanının tesiri altında, uzaktan ve kısmen görülebilmiştir.”[2] Derken devamında ise “Bu şiirde biz, İstanbullu bir şairin, Anadolu gerçeği ile ilk temasının içinde uyandırdığı akisleri görürüz.”[3] Ana düşüncesi ile aslında Anadolu’nun cumhuriyetle birlikte görülmeye başlandığı düşüncesinden hareketle seçimler ve okumalar yapıyor. Oysa edebiyatımızın en güçlü şahsiyetlerinin yüzlerce yıl süren İstanbul’a yönelik eleştirileri göz ardı ediliyor. Payitaht ve Anadolu ikilemi edebiyatımıza sinmiş bir kavramdır. Olaya her merkezin kendi zaviyesinden baktığı ise ayrı bir gerçektir. Merkezi çoğunlukla ve genellikle taşradan gelenlerin oluşturduğunu da unutmamak gerekir.

Şiirin asıl metin olarak değerlendirmesi çok az bir yer tutarken neredeyse anlam üretimi Tevfik Fikret, Ahmet Haşim, Yahya Kemal, Mehmet Akif, Ziya Gökalp, Mehmet Emin Yurdakul, Köroğlu, Rıza Tevfik, Yunus gibi şairlerin düşünce ve şiir anlayışlarıyla kıyaslamalar yapılıyor. Hatta Servet-i Funun ve II. Meşrutiyet ve Fecr-i Aticilerin şiir üsluplarıyla anlayış değişimlerine değinir. Bütün bu değerlendirmeler özünde Mehmet Kaplan’ın kafasında oluşturduğu Anadolu gerçekliğine kapı aralayacağı için kıymetli görülür. Oysa bize göre “Han Duvarları” şiiri yalnızca bu bağlamda değerlendirilecek bir şiir değildir. O nedenle “Han Duvarları” şiiri yeni bir yoruma ihtiyaç duymaktadır. “Han Duvarları” şiirinin yansıttığı derinlik Mehmet Kaplan’ın ileri sürdüğü tezlerden daha tarihidir. Şairin yaşadığı dönemi, toplumsal zemini ve bireysel yaşanmışlığın ötesinde genel ahvali yansıtan bir şiirdir. Elbette bu şiirle ve şairle “Memleket edebiyatı” yaklaşımının edebiyatımızda yer edindiğini göz ardı ediyor değiliz. Bu çizgiyi yalnızca “taşranın” veya “halkın” edebiyata dâhil edilmesi olarak görmediğimizi de söylemek istiyoruz.

Mehmet Kaplan da “Han Duvarlarını” değerlendirirken; “Asıl olan Maraşlı Şeyhoğlu’nun koşmasıdır. Bütün şiir adeta onu kucaklamak, ona bir çerçeve teşkil etmek için yazılmış gibidir. ‘Han Duvarları’nda birçok mısralar Maraşlı Şeyhoğlu’nun koşması için hazırlık yapmak ve onu değerlendirmek maksadıyla yazılmıştır. … Maraşlı Şeyhoğlu bu coğrafyanın ruhudur.”[4] Açıklamalarıyla zaten konunun nasıl görülmesi gerektiğine dair yeterli ipuçları sunuyor.

Faruk Nafiz “Han Duvarları” şiirini ilk olarak 1925 yılı Ocak ayında “Türk Yurdu” dergisinde yayınlamıştır. Bu şiirin ne zaman yazıldığına dair bir bilgimiz olmamasına rağmen eser ve yazarın hayatı bazı ipuçlarını vermektedir. Kitapta Mehmet Kaplan Hoca her ne kadar; “Faruk Nafiz, bu şiirini 1923 yılında Kayseri’ye öğretmen olarak giderken, yolda edindiği intiba ve ilhamlarıyla yazmıştır[5].” Dese de, Faruk Nazif 1923 de değil 1922 yılının Mart ayında bu yolculuğu yapmıştır. Bu tarih önemlidir zira şairin içinde yaşadığı ve şiirin yazılma gerekçesini oluşturan toplumsal psikolojiyi hissetmesi ve yansıtması bağlamında çok çok önemlidir. Bu şiir, 1922 Mart ayı işinde soğuk bir gününde, Ulukışla’dan Kayseri’ye üç gün süren bir yolculuğu hikâye eder. Yüz kırk dizeden oluşan şiir Mesnevi üslubu ile 7+7=14’lük hece vezniyle yedi yüz yetmiş sözcükle meydana getirilmiştir.   

Her şeyden önce bu şiir, bir dünya savaşı ortamı içinden, vatanın toprakları istila edilmişken,  ortada gözler önünde cereyan eden manzaranın canlı tanığınca ve vatanın kurtuluşu henüz tamamlanmadan, 26 ağustos büyük taarruzdan önce yazılıştır.  Şiir nasıl okunursa okunsun şair o dönemi şiire konu ettiğini özellikle tasvirlerde ısrarla yansıtmaktadır. Şairin seyahati Mart 1922 tarihini gösterirken 30 Ağustos Büyük Taarruzdan sonra 11 Ekim 1922 tarihinde Mudanya mütarekesi ile filli Kurtuluş savaşımız bitmiş 24 Temmuz 1923’te imzalanan Lozan antlaşmasıyla topyekûn sona ermiştir.  Bilindiği üzere Cumhuriyet 29 Ekim 1923’de ilan edilmiştir. Yani şiirin “Cumhuriyet Dönemi Türk Şiiri” ile sağlam bir bağının olduğunu da iddia etmek bir hayli zordur. Bu kitaba şiirin alınması olsa olsa Cumhuriyetin taşrada yani Anadolu’da sahiplenilmesinden olsa gerek. 

Balkan harbinde şairimiz 13 yaşında ve toplumun yaşadığı sıkıntıları idrak edebilecek yaştadır. Han Duvarları şiirini yazıldığı dönemlerde ise şair 24 yaşındadır. Bu süreç içinde devletin içine düştüğü durum, halkın yaşadığı her türlü acıların şairin ruhunda derin izler bırakması kaçınılmazdır.

Şiir kelimelerle inşa edilen bir sanattır. Şiirin adı “Han Duvarları”dır.   “Han” kelimesi Türkçede sadece konaklama yapılan yer anlamına gelmemektedir. Han aynı zamanda bir unvan olup, Osmanlı Padişahları bu unvanı kullanmışlardır. Han kelimesi eski Türk - Moğol topluluklarında “hükümdar”, "Ulu insan", "Lider" anlamlarında kullanılmaktadır. Ve bu çerçevede bakıldığında şiirde beş kez “hudut” kelimesinin geçtiğini görüyoruz. Kelimenin beş kez şiirde tekrarının şair hafızasında derin izi olduğunun göstergesi sayılmalıdır. Duvar aynı zamanda sınırları belirleyen bir kavram. Yani hudut kelimesi ile anlam birlikteliği olan kelimelerden. Han bir mülk üzerinde oturursa “Han” olabilir. Şiirde kelimeler gündelik dilin işleviyle kullanılsa bile kelimelerin doğdukları kültürün içinde tarihi bir geçmişi ve anlamı vardır. Özellikle şiirde kelimeler o anlamlarını da okura hatırlatırlar. Han Duvarları şiirini okuduğumda ben bunu duyumsuyorum. Ve sarsılırım.

Şiirde “sarsıntı” kelimesi “bir sarsıntı… Uyandım uzun süren uykudan;” dizesinde geçiyor. Buradaki sarsıntı kanaatimizce soğuk bir iklimde uyuyan şairin yaylının sarsıntısı ile uyanması değil şairin benliğinde yaşadığı sarsıntıyı da imliyor ve şiire yüklüyor.

Han duvarları şiirini en çarpıcı yeri şüphesiz Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış’ın dizeleri. Lakin şiirin anlam derinliklerinin gizlendiği yer:

    “Bir deva bulmak için bağrındaki yaraya    

    Toplanmıştı garipler şimdi kervansaraya.     

    Bir noktada birleşmiş vatanın dört bucağı,

    Gurbet çeken gönüller kuşatmıştı ocağı.

    Bir pırıltı gördü mü gözler hemen dalıyor,    

    Göğüsler çekilerek nefesler daralıyor.

    Şişesi is bağlamış bir lambanın ışığı    

    Her yüzü çiziyordu bir hüzün kırışığı.

    Gitgide birer ayet gibi derinleştiler    

    Yüzlerdeki çizgiler, gözlerdeki cizgiler...”   

Bu bölümde şairin kullandığı bazı kelimelere dikkat çekmek istiyorum. “Deva”, “Bağrındaki yara” ve “Ayet” kelimeleri bizim şiiri nasıl yorumlamamız gerektiği konusunda ipuçları sunuyor. Faruk Nafiz burada bir handa toplanmış bağrında fiziki yaraları olan insanlardan söz etmiyor. Böyle olsaydı ayrı ayrı tasvirle ayrı ayrı nerelerinde bir ayara varsa ondan söz ederdi. Yaraya “deva” bulmak için kervansaraylarda toplanmaya da gerek yok.  “Bir noktada birleşmiş vatanın dört bucağı,” dizesi bize zaten bu devanın aslında toplumsal bir sorun olduğunu düşünmemizi istiyor. Burada “Bağır” vatan topraklarını simgeliyor. Ve şair bu toplanan insanların yüzündeki çizgileri ayetlere benzeterek onların her birine bir kutsilik yüklüyor. Şiir “    Ey hanların gönlümü sızlatan duvarları!..” dizesiyle biter. Buradaki han kelimesi de tarihi derinliği yüklü bir anlamla zihnimizde canlanır.  Şairin şiirin önemli dizelerinden birinde tasvir olarak “Kar değil gökyüzünden yağan beyaz ölümdü.” Diye ölümü çağrıştırması sınır boylarında şehadet şerbetini içen kahramanların hanlarda anılmalarına güçlü göndermelerle hatırlamaya yol açıyor.

Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış’ın şiirini eksen alırsak; “On yıl var ayrıyım Kınadağı'ndan  /  Baba ocağından yâr kucağından/ Bir çiçek dermeden sevgi bağından/ Hudûttan Hudûda atılmışım ben ” demektedir.   Balkan savaşları ardından birinci cihan harbi, devamında Kurtuluş Savaşıyla ortaya çıkan, “Huduttan hududa atılmayı” resmeden bu mısralar şiirin şahdamarını oluşturur. “Bir çiçek dermeden sevgi bağından” mısraı ise körpe, genç fidanlarımızı adeta Mehmetçiklerimize gönderme yapar. Anadolu insanı on yıl süren savaşlarda cepheden cepheye vatan savunması için kanını tüketmiş hudutlarda perişan halde ömür sürmekte ve şiir asıl olarak bunu resmetmektedir. Şair Faruk Nafiz, bu uzun ıstıraplı yılların tanıklığı altında şiirin yazmış ve bu tanıklığı Anadolu’yu seyahatte canlı gözlemlerle şiire dökmüştür. Özünde han duvarları şiiri bütün bir milletin yaşadığı olayların ve verdiği şanlı mücadelelerin epik bir destanıdır. Onu en diri hale getirense Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış’ın dizeleridir. 

Kıymetli edebiyatçı, şair Mehmet Can Doğan “şiirin bir oluş, bir de oluşum süreci vardır.”[6] Diyor ki doğrudur. Faruk Nafiz’in “Han Duvarları” şiiri bu süreci, yaylı bir arabada Ulukışla-Kayseri arası bir yolculuk esnasına dayanmış olsa da Anadolu’nun on yılı aşkın süren savaşlarla yaşanmış ıstırabını, perişanlığını tasvir ettiği kanaatindeyiz.


[1] Gürsel Aytaç, Karşılaştırmalı edebiyat bilimi, sf: 133.

[2] Mehmet Kaplan, Cumhuriyet Devri Türk Şiiri, sf:9.

[3] Mehmet Kaplan, Cumhuriyet Devri Türk Şiiri, sf:10.

[4] Mehmet Kaplan, Cumhuriyet Devri Türk Şiiri, sf:8

[5] Mehmet Kaplan, a.g.e. sf:13

[6] Mehmet Can Doğan, “Şiirin Yapısı-2”, Kayıp Kayıt edebiyat Kültür- Sanat, Sayı:03, Mayıs-Haziran 2021

  
368 kez okundu

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın