• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası

Edebiyat Gazetesi

Kültür Sanat Edebiyat Haber Gazetesi

Öykü Penceresi
epazardanal.com
TOMRİS UYAR'IN ÖYKÜLERİNDE KADIN: Ömrün İlk Ve Son Durağında Hayat

 

 

Doç.Dr. Elnara GARAGÖZOVA

 


             Türk edebiyatının usta kalemi Tomris Uyar'ın hikâye dünyasının özgünlüğü, modern üslubun klasik Türk nesrinden duygusal izlerle bütünleşmesiyle sağlanır. Yazarın hikâyelerinde dikkat çeken üslup noktalarından biri de, yazarın anlatımından karakterin monoloğuna geçişin herhangi bir üslup bağlantısına gerek kalmadan metinlerde doğrudan gerçekleşmesidir. Bu üslup noktası, Tomris Uyar'ın metninin özgünlüğünü ve akıcılığını sağlar.
                    Yazarın hikâyelerinin kahramanları, dün ile bugünün kesişme noktasında duran ve ulusal özelliklerinin ön plana çıkmasıyla karakterize edilen şahsiyetlerdir. Tomris Uyar'ın görsel imge dünyasında kadın karakterler önemli bir yere sahip olup, öykülerinde kadınların farklı yaş ve yaşam kategorilerini ustalıkla yansıtabilmektedir.
                    Yazarın "Çiçek Dirilticileri" adlı öyküsünün kahramanı altı yaşındaki Şükrüye, iki farklı dünyanın kesişme ve kırılma noktasında duran bir karakter; çiçekçi yetiştiricisi olan büyükanne ve büyükbabası, bu ailenin oğlu olan çalışkan babası ve bir tüccarın kızı olan hırslı annesi.  Annesiyle iletişim kuramayan, sürekli dekorasyonla meşgul olan ve iş konularını aile içinde sıcaklık yaratmaktan daha önemli bir hakikat olmadığını gören küçük kız, babasının şahsında şefkatli bir arkadaş bulur ve Şükriye ihtiyaç duyduğu asıl sevgiyi onda Büyükbabada görür.  Altı yaşına kadar yüzünü görmediği dedesinin hasta olduğunu duyan Şükrüye, izinsiz olarak odasına girer ve babasının sevgisinin ve aile sıcaklığının kaynağının ne olduğunu orada keşfeder:

“İhtiyar duygulanmıştı.

— İyi kızsın Şükrüye, dedi. Babana çekmişsin. İçerde mi? Çok oldu görmeyeli eşşeği.

Şükrüye utandı ama kızmadı.

İhtiyarın bıyıkları titriyordu.

— Sen müthiş bir kız olacaksın Şükrüye. Öyle gözüküyor. Çabuk alışacaksın. Bilir misin, önceleri satamazdım çiçekleri­mi, kıyamazdım. O zaman gençtim. Güzelliği kanıksamamış­tım daha. Zamanla alışıyor insan.

                Hikâyenin sonunda Şükrüye, babasıyla arasında özel bir bağ oluşturan sırrı ifşa eder: Sinema ya gidiyoruz diye aslında büyükbabasına ve babaannesine gittiklerini cesaretle söyler. Sırrı açığa vurarak annesine meydan okuyan bu küçük kız, babasının gösteremediği cesareti göstererek, bir tüccarın kızıyla evlenmesine karşı çıkan oğluna kızsa da kalbi çarpan, zeki, "Çiçek Dirilticisi" dedesi ve büyükannesine sahip çıkıyor. Ve kendisinin bu ailenin ayrılmaz bir parçası olduğunu anneye duyuruyor: “Yolda babasıyla hiç konuşmadılar. Şükrüye hep dedeyi dü­şündü. Eve girdiklerinde annesi sedire oturmuş, tırnaklarını boyuyordu.

— Raşit beyler babamla ortak oluyorlar, dedi. Sermaye meselesi çözümlendi böylece. Siz ne yaptınız? Filim nasıldı?

— Babaannelere gittik, dedi Şükrüye, dedeyi çok sevdim.

Tomris Uyar'ın "Temmuz" öyküsünde, bir bebeğin anne-baba sevgisinin en mahrem anları, bir şekerci dükkanında oturup mektup yazan bir kadının çocukluk anıları üzerinden canlandırıyor: “Kendini ne zaman düşünse, bir merdivenden iner görüyor­du. Eli, annesinin elinde; küçük tırnakları yenmiş, kirli; kirler kurşun kalemle çıkarılmış, kalem kaymış (Anne, öyle derinden kesme, sızlıyor sonra), tırnağı çevreleyen deri kapkara olmuş o yüzden, ağza acı geliyor, bir şey tutarken kıpırdıyor, belli belirsiz sancıyor. Neyse, annesinin avucunda gizli ya, kimseler göremez. Azalan günün tarazlı uçları (yıpranmış, tutamaksız) darmadağın yayılmış göğe. Yaz, bu demekti biraz da o günlerde: el, annenin eli içinde, denizli akşam kokusu, kum, ıslak lokantalar, iskeleye giden yol.”

 

                Bu hikâyede, ebeveynleri tarafından belirli günlerde büyükanne ve büyükbabasının evine gönderilen ve bu geçici ayrılığı beynine korku ve yabancılaşma olarak aşılayan bir kız çocuğunun yaşadıkları ön plandadır.  Bu hikâyede neslin yaşlı temsilcisi büyükanne, kız çocuğunun anne ve babasından duyamadığı özenli anları ve hassasiyetleri hisseder: “Aynı günün gecesi, babaanne:

— Kızım, babanla konuştum, seni bize yollamayacaklar bu kış. Onların yanında kalacaksın. Yaramazlık etme sa­kın............ Bu çocukluğun var ya, hiç yitirme onu, bazıları yitirmezler. Sen öyle bir çocuğa benziyorsun. Korun.

— Olur, söz.
 
                    Yazarın "Kuytuda" öyküsünün kahramanı zeki bir kadındır. Hayatının zirvesindeki bu kadın, kendisini geçmişten gelen son ama güçlü bir aile koruyucusu olarak betimliyor: “Gün ağarırken akşam alacakaranlığının hüznünden daha mavi bir duman sarar ortalığı. Arka bahçelerin ağaçlarına çökelir, dizleri ağrıtır. Gençler bilmiyor, ama yıllar birbiri üstüne hiç aksamadan yığılınca alışıyor kişi, sis kalkar diyor ve gün ışımayı nasıl olsa be­cerir. Korkmak yersiz. İhtiyarlık budur işte: yeni bir günü bir organ haline getirmek, saatleri kendiliğinden sıraya koymak. Her sabah böyledir. Yumuşak terliklerimle evi dolanırım. Sızan muslukları kaparım, su şişelerinin örtülerini kaldırırım ki içilsinler, peynirin suyunu dökerim. Yürüyüşüm kimseyi uyandırmaz çünkü, ben yıl­lardır yürümeyi bilirim. Usulca. Öyle halıları, tahtaları eskitmem, taşlarda iz bırakmam. Ben gerekliyim evi sürdürmede. Ben olmasam onu kim hazırlar sabaha? Kim karşılar?
                    
                   
Hikâye kahramanının bu düşünceleri, hayatın hızlı akışı içinde unuttuğumuz bir gerçeği vurgulamaktadır: İnsan, yaşlılığında yeni bir kimliğe kavuşur, yeni bir işin icracısı olur, ocağın bekçisi olur. Türk mitolojisinde "kahya", Slav mitolojisinde ise "domovoy" gibi. Evdeki bereketin ve iyiliğin evin yaşlı üyesinin ayağında olduğunun söylenmesi tesadüf değildir, çoğu zaman ev sakini yaşlının ölümü sonrasında aile hayatında olumsuz değişiklikler meydana gelir, sanki koruyucu güç sonraki nesilden ayrılıp gitmiştir.
                    Şunu da belirtmek gerekir ki, Tomris Uyar'ın hikâyelerinde ne bebekler tatlı melodiler söyleyen süslü varlıklar olarak, ne de yaşlılar vaaz veren dervişler olarak tasvir edilir. Tomris Uyar, en sevdiği karakterleri kirli tırnaklar, dağınık saçlar, takma dişler, sulanan ağız gibi hayatın içindeki gerçekçi özellikleriyle tasvir ediyor. Ancak bu gerçekçi, hatta katı natüralist anlar yazarın fikrine zarar vermez, aksine onu daha belirgin ve anlamlı bir şekilde ifade etmeye yardımcı unsurlar halini alır.
                Akıllı insanlar, Yaratıcının emaneti olan ruhu, dünya savaşından, karanlık yüzünden, kirinden korumak ve hayat yolunda tez yorulmamak için bebeklerle ve yaşlılarla iletişim kurmayı önemli görürler.  Çünkü bu dünyadan çocukların da, yaşlıların da ihtiyaç duydukları şey aslında sadece sevgidir. Bebekler henüz dünya keşmekeşine katılmadıkları için, yaşlılar da bu kargaşanın anlamsızlığını canları pahasına anladıkları için şefkat Nirvana’sını yaşıyorlar ve bunu kendileriyle iletişim kuran insanlara gösterebiliyorlar. Çalışmaya dâhil ettiğimiz Tomris Uyar'ın hikâyelerinde yazar, dünyanın ilk ve son durağındaki kadınları anlatmakta, dünyaya saflığın ve temizliğin vücut bulmuş hali olan varlıkların yani çocuk ve hayatın son demini yaşayan ihtiyarların gözünden bakmaktadır. 
  
29 kez okundu

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın